İnsan hayatına yön veren günler vardır, insan hayatına ün veren günler vardır, insan hayatına can veren günler vardır, insan hayatına kan veren, insanı insanca yaşatan günler vardır…  

İnsan hayatına yön veren günler vardır, insan hayatına ün veren günler vardır, insan hayatına can veren günler vardır, insan hayatına kan veren, insanı insanca yaşatan günler vardır…  
Bu günler tesadüfi gibi görülse de o tesadüfleri oluşturan -dün-ler vardır… Dünü oluşturan -ilk-ler, dünü yaşatan büyükler, dünü özleten -yük- ler vardır, -belki- lere yananlar vardır;  “ilk-e, dün-e, belki-ye” hasret kılanlar vardır…!?
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket, bizim.”

Nazım’ın dediği gibi;                                            
Uzak-Asya’dan gelip devletler kurup yaşatan biz, imparatorluklar kuran biz, emperyalist duygularla hareket etmeyen biz, kurulan 16 Türk devletinin içine giren ayrılık tohumlarıyla, bölünen biz, koca devletlerin yıkılmasında ihmali olan yine biz, dışarıdan savaşlarla yıkılmayıp içeriden dedi-kodularla yıkılan, Allah’ın verdiği aklı kullanamayıp içerden parçalanmayı alışkanlık haline getiren yine biz…
523 yıl Balkanlar’a hakim olan biz, 5 ayda koca coğrafyayı terkeden yine biz… Biz kimiz, biz neyiz derken, tüm etrafı sarılan, Anadolu coğrafyasından atılmak istenen yine biz… Yine,  yine, yine, yine; bölüne bölüne ve yenile…
İsyan ediyorum; ülkem ve insanım adına; isyan ediyorum, tarihim coğrafyam adına...! Olamaz, olmaz, olmamalı, akıl denen kavram kullanmalı…
Bizi  dar anlayıştan kurtaran, gözünü karartan, Balkan Coğrafyasında  yetişen Selânik’te doğup, Manastır’da oluşan, Çanakkale’yle bütünleşen ruh, Samsun’da doğan güneşle, Ekim 1923’de yeniden oluşan güçle “ ümmet devrinden- millet olma ” sürecine giren yine biz.
Arkamız Osmanlı, Önümüz Atatürk Olursa …!
Arkamızda dün bulunan Osmanlı’yı tanımak, Türk’ü anlamak demektir. Atatürk’ü anlamak, Türk’ün atasını ve atalarını tanımaktır ki; Ziya Gökalp’in:
“Diride olmazsa, ölüye hürmet,
 Çözülür bağları dağılır millet…!”
Anlayışını eleştirel kılarak, çözümlemekten ve bu anlayışı etkin kılmaktan kısacası yaşamaktan, geçer… Geçmişe sahip olmak, tarih bilincini kişide ve toplumda özümsetmekten, geçer...
Millet olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletimizin bir ferdi olarak, soyumuzun inkârı gibi bir anlayışın içinde olmadık, olamayız. Çok sık kullandığımız aşağıdaki atasözümüze baktığımızda, bu anlayışa yakın, anlamı bulmakla kalmayız, ağır bir suçlamayla da karşı karşıya kalırız:
“Aslını inkâr eden, haramzadedir…”demek, nesebimizin bilinmezliğini ortaya çıkarır ki, bu da bizler için ar olur, yüz kızartır… Arkamıza dönüp baktığımızda sırf Osmanlı’nın değil, diğer Türk devletlerimizin oluşu bize güç verir, dünden bugüne bütünleşerek, birlik ve beraberliğimizin sürekliliğini etkin kılar…
Belirli gün ve haftalarla “anneler, babalar, dedeler, kızlar, çocuklar, gençler” haftasına insana insanca bakınca, gerek bile kalmayacaktır. Bunların yerine milli değerler, kültürel değerler etkin kılındığında birlik ve beraberliğin yüzü gülecek, endorfin denilen mutluluk hormonu herkesi saracak, iletişim kendiliğinden doğacak, terör yüz bulamayacak, hainler mahcup olacak; paylaşım çoğalacak, sterlin, dolar euro perişan olacak, TL.’nin gücü artacaktır… Her ekim geldiğinde devlet olmanın anlamı anlaşılacak, farkındalık kendiliğinden doğacaktır.
Hisarcılar’dan şair Ayla Oral’ın çok beğendiğim, zaman zaman sınıflarda okuduğum;  insanın yaşantısını “ilk, dün, belki” gibi içeriği kuvvetli kavramlar üzerine oturtan dizelerini artık duygusal alanda etkin kılmak adına okuyacağız, dinleyeceğiz; ama yukarıdaki eleştirel anlayışımız dikkate alındığında, belki-ler bizi artık bekletmeyecektir…
“Kurma bırak duvardaki saati,
 Beklesin yarın, sabırsızlık çocukların.
 Ben yorgunum -ilk- lere harcanmışım,
 İlk sevgi, ilk heyecan, ilk yükseliş,
 İlk zafer,
 İlk adımı çığlıklarla attık;
 Sonu olmasaydı -ilk- lerin,
 Mutlu kalacaktık.
 
 Kurma bırak duvardaki saati,
 Zamanın eteğini bırak,
 Öldü içimdeki merak.
 Ben yorgunun –dün- lere
 Boşanmışım;
 Dün mavilik, dün ellerin, dün gözlerin,
 Mutlu kalacaktık,
 Bugünü olmasaydı, -dün- lerin…
 
Kurma bırak duvardaki saati,
Beklesin yarın, sabırsızlık çocukların.
Ben yorgunum -belki- lere yanmışım;
Belki arar, belki sorar, belki güler,
Mutlu kalacaktık, bitmeseydi -belki-ler..!”
 
                                     
 
Biz mi ne yapıyoruz?
Nice kanaryalar ve insanlar kan ağlar, tutsaklıklarını dile getirirlerken, sadece susmakla yetiniyoruz. Çünkü:
 
    Gör sevgili kanarya, gör bize ne ettiler!
   Soluk alıp yaşarken ölmeyi öğrettiler
   Yalnız o bir tek şeye sözleri hiç geçmedi
   Yalnız garip gönlümüz sevmekten vazgeçmedi.” Ayla Oral
 
  Yıkılan hayallere, bozulan morallere rağmen, umut var; hep olacak...!
 
   Kıbrıs İlim’den ve Girne’den sevgilerle, nice 29 Ekimler’e…  
 
                                                                                         22.10.2017
                                                                                        Yrd. Doç. Dr.
                                                                                  Hayrettin Parlakyıldız
                                                                     E-posta: hparlakyildiz@mynet.com