Tarihsel dostluğun, her ziyarette pekiştiği bir başka adres yoktur sanırım. Üstelik bir avuç yarımada da doğan ve bu gün dahi her daim büyüyen, barış ve dostluk kavramı.

Gelibolu öyle bir kara parçası ki, bir avuç olmasına karşın, halen dahi onlarca ulus için önemi kelimelerle anlatılamıyor.
 
Gelibolu yarımadası 102 yıl önce nasıl Düşman devletlerin, savaştan barış çıkardığı bir mekan olduysa, Beyaz Rusların da bir vakit can bulduğu bir adres oluvermişti.

Dünya’ nın tanık olduğu en kanlı Savaş ardından, geride yüz binlerce ölü Asker bırakılarak dönülen bir avuç kara parçası, bir avuç Rus için de, yaşama nedeni oluvermişti.

Ukalalık yapıp, tarih dersi vermeye kalkışacağımı sanıyorsanız, yanıldınız.
Amacım böyle bir yazı kaleme almak değil.

Rusya için, Gelibolu’nun öneminden de bahsetmeyeceğim. 

Gelibolu denilince, bir dönem 7 Düvel’ in  göz koyduğu Türk yurduna nasıl ayak basıldığını anlatmak ta değil niyetim.

Bir avuç toprak parçasına sığdırılan hayatlar, onların öyküleri, kefensiz torağa düşenler de değil vurgulamak istediğim. 

Yakın dönem tarihinde, Gelibolu’ nun ne anlama geldiğini bir kez daha hatırlatmak sadece niyetim.
 
Bu gün, nasıl Yeni Zelanda, Avustralya, İngiltere başta olmak üzere, izlerini aramaya gelen bir çok ulusun, canından can bulduğu bir kara parçası ise Gelibolu, bir dünya devi Rusya için de o denli kıymetli kısacası, yani; ‘bizim Gelibolu…’

Çanakkale yaşayanları için, sahil şeridine geldiğimizde; gözle görebildiğimiz her yer nasıl Gelibolu ise, haritalar üzerine bakıp da görülebilen ve bir bakışta bulunulan tek adres, yani Gelibolu yarımadası,  milyonlarca insan için her bakışta, bir başka önemli.

‘Bakılarak özlemi duyulan bir kara parçası daha var mıdır ki dünyada?’ diye sorulsa;
Derim ki, kesinlikle yoktur… 

Her gün baktığımız ve belki de bu yüzden kıymetini bir türlü bilmediğimiz yer neresi dense bendenize, ‘hiç düşünmeden Gelibolu derim…’

Neden mi? Gelibolu’nun sorunları hiç bitmiyor da ondan. 
Şimdi, okuduklarınız üzerine; şu denileni, duyar gibi oldum. ‘Ne saçmalıyorsun…?’

Hemen başlayayım o zaman. Bir solukta dile getireyim nedenleri.
Dün yenisini almak için, hiçbir Eczane’ de bulamadığım göz damlamın yerine kullanabileceğim  bir başka damla yazdırmak için gittiğim Devlet Hastanesi’nde, bir Gelibolu yaşayanı ile yaptığım kısa sohbet sırasında da fark ettim Gelibolu’ nun yeni bir sorununu.

Gerçi sorun yeni değil, bazı düzenleme ve alınan kararlara bağlı hayli uzun süredir yaşanan bir Gelibolu klasiğiydi.

Tıpkı, benim bir türlü bulamadığım damla gibi. Benim damlanın etken maddesi yurt dışından geldiğinden, buna bağlı sorundan mütevelli üretim durmuş. Üretim durunca da, benim damlayı bulmak ne mümkün…
 
Benim meseleyi bir yana bırakıp, döneyim Gelibolu meselesine.
Popilasyonu her geçen gün artan yaban Domuzları ile ilgili bir sorun diyeceğim. 
Diyeceksiniz ki; ‘Domuzluk etme…’

Tamam demiyeyim o vakit. Avlanmaya yasak saha oluşundan dolayı, bir avuç toprak parçasında, bir Küçük Anafartalı teyzemin anlattıklarını paylaşmayayım o vakit.

Köylülerin her gece her gece, aylarca süren Buğday nöbetlerinin, şimdi de yine her gece her gece Ayçiçeği nöbeti ile devam ettiğini de yazmayayım.

Ne gerek var ki yazayım…? Öyle mi?

Kefensiz yatan yüz binlerce şehidin mezarlarının bulunduğu yarımadanın, hemen her noktasında cirit atan yaban domuzlarının tarlalara verdiği zararı yazsam ne mi olacak?

Ya da, Çanakkale destanı yazan isimsiz kahramanlarımızın mezarlarının bulunduğu gerçek Şehitliklerin yer aldığı, şimdilerde dere içlerinde kalmış, üzerinde orman yetişmiş alanları,  bir güzel mini traktör gibi somakları ile süren ve yiyecek arayan o canlıları dile getirsem ne mi olacak?

İyi o vakit yazmayayım. Pempe pembe konulardan bahsedeyim.
Dedim ya baştan , tarih dersi vermeyeceğim…

Tarihte yaşanmışlıklardan kaynaklı, bir dostluk öyküsünden ve halen devam eden halinden de  bahsetmeyeceğim.

Ziyaretin nedenini anlatsam, bir kulaktan girer, diğerinden çıkar hal olur düşüncesiyle,, lafı da uzatmayacağım. 

Mesela diyeyim, Rusya Federasyonu Başkonsolosu ziyarete gelmiş. Bakın gerçekten gelmiş. Yalan demiyorum…

Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu Andrey Podelyshev, beraberindeki heyet ile birlikte Gelibolu Belediye Başkanı Mustafa Özacar’ı, tıpkı geçen ziyaretlere konu gerçeklerden kaynaklı rahatsız etmiş. (Merak edenler için, Rusya-Gelibolu diye internetten arama yapılırsa, merakları giderecek ayrıntılara ulaşılabilir)
Rahatsız derken, Yani misafir olmuş.
Adı, nezaket ziyareti de konulabilecek bu anlarda, karşılıklı hediyeler de verilmiş.

Masal anlatır bu tavrımdan vazgeçip, konuya döneyim.

‘Ziyarette günün anısına karşılıklı hediyeler takdim edildi’ diyerek aktarayım Gelibolu ziyaretini.

Gelibolu’ nun CHP’ li Belediye Başkanı M. Mustafa Özacar, Rusya Federasyonu’ nun İstanbul Başkonsolosu Andrey Podelyshev’i makamında kabul edip,  kafilede yer alan Rusya Bilim ve Kültür Merkezi Başkanı Enver Sheykhov ile başkan yardımcısı Natip Guliev’ le,  bir güzel sohbet te etmiş.

Karşılıklı verilen mesajları dile getirmeyeceğim. Çünkü Hepsi dostça…

İyi de ben ne mi diyorum? Diyorum ki, Müslüman mahallesinde salyangoz satılır mı hiç?
‘Popilasyonu artan yaban hayatın zararlılarına, biri dur demez mi?’ de diyeceğim lakin, çok fazla azar işitmekten korkuyorum.
Öyle ya, üzerime ne vazife.. Varsın domuzlar zarar versin. 
Anlatmak istediklerimi, kelimelerle anlatamadığımdan değil bu dediklerim. Anlata anlata bıktığımdan belki de…
Anlatmakla sorun çözülmediğinden ve sayıları her geçen gün arttığından, daha önce yaşanmış bir takım kazalara da neden popilasyon artışı, umarım bir can verilen kaza ardından dikkate gelip de, soy kırıma da uğramaz.
Sonuçta onlarda can taşıyor…. 
Bu gün, günlerden saçmalama günü falan değil. Bu yazdıklarımdan, böyle bir kanıya da varabilirsiniz. 
Tarihte ne vara bakıp da, boşuna vakit harcamayınız diyerek, 
‘herkeslere iyi günler….’