Sizin kişiliğiniz hayatta ki tavrınızı yansıtır.

Sizin kişiliğiniz hayatta ki tavrınızı yansıtır. Çünkü hayat doğal akışı içinde her an insanlara seçenek sunar. İyi veya kötü olanı seçmek, nazik ya da kaba olmak sadeleşmek veya kalabalıklaşmak, özür dilemek ya da haksızlık yapmak... Bu ve benzeri birçok seçenek yaşamımızın içinde yer alır. Ve bizler davranış şeklimizin karşılığını alırız. Aslında Newton ve Einstein’ın da doğruladığı gibi etki-tepki karma felsefesinin temelini oluşturur.
 
İyi şeyler yapan karşılığında iyi bir şey kazanır. Eleştiren eleştirilir. Siz karşı tarafa nasıl davranıyorsanız o tarafa da o hakkı vermiş olursunuz. Gün gelir devran döner. Yalan söyler ve aldatırsanız elbet karma devreye girer ve aynı karşılığı alırsınız. Fakat insanlar kendi yaptıkları haksızlıkları nedense ya unutur ya da kabullenemez. Başlarına gelen kötü olay veya haksızlıkta “neden ben, bu benim başıma nasıl gelebilir, ben bunu hak etmedim” gibi sorular sorma cüretinde bulunur. Ya da çok farklı bir bakış açısıyla bunu “nazara” bağlar. Oysa dinimiz bile der ki: Ayağın taşa takılsa kalbini sorgula!

Bencil insanoğlu her iyi şeyi bir o kadar kendinde hak görür. Olumsuzluklar karşısında “neden ben?” diye yakınan herkes şaşırtıcı bir biçimde piyango bileti kazansa “neden bu şans bana güldü?” diye sormaz!Kötüyü sorgularken iyiyi kendine hak ve layık görür. Hayat alma ve verme dengesi üzerine kuruludur dedik. Karma felsefesi insanı eylemlerinden sorumlu tutar. Olumlu veya olumsuz ürettiklerimizi, söylediklerimizi, davranışlarımızı savunabilmeyi esas kılar. Doğrusu da bu değil midir zaten? Olgun ve karakterli insan yaptıklarının, kararlarının ardında durabilen kişi değil midir?Kişisel etkisi kadar karma felsefesi çevremiz, doğa ve dünyamız için de işler ki bunun karşılığını tüm insanlık olumsuz anlamda deneyimlemekteyiz. Kaynaklarını boşuna harcayan, doğayı katleden insanlar artık kuraklık, seller, depremler, iklim değişiklikleri gibi olumsuzluklarla karşı karşıyadır. Bir nevi dünya bize karşı öksürmeye başlamıştır artık.İlahi adalet ve evrensel sistem şaşmaz, sadece zaman verir.
 
Nasıl ki toprağa tohum ekmek ile hasad almak arasında uzun bir ara varsa yaptıklarımızın karşılığının bize dönmesi de ilahi sistemde bir zaman gerektirir. Ve işte bu zaman zarfında insan unutur. Hareketlerinin kendi üzerindeki zararını göremez.İnsanın karması yaşamı boyunca onu takip eder. Karmadan öğrenmemiz gereken seçeneklerimiz olduğudur. Seçeneklerimiz sorumluluklarımızı beraberinde getirir.Hüzünlerimiz, mutluluklarımız, kâr ve zararlarımız eylemlerimizin bir sonucudur. Dolayısıyla karmayı yönetmek aslında tamamen insanın elindedir.Belki de bunca yazılanın içinde bu felsefeyi en basit ve en net olarak anlatan şu bilindik cümledir: Herkes kendi kalbinin ekmeğini yer!Sevmiyorlar çok kez kimseyi. Bile isteye zulmediyorlar etrafındakilere tüm sevgisizlikleriyle. Neden bu kavgaları, kime bu öfkeleri bilmeden kusuyorlar karşılarına ilk çıkan kimseye kinlerini. Herkesten mahrum ediyorlar kendilerini en çok da kendilerine mahrum kalıyorlar da anlamıyorlar bir türlü kavgalarını...
 
Zamanla anladım ki insanların kavgaları benimle değil. Yani onların öfkelerinin sebebi ben değilim. Birçok şey sayabilirim ama şahsi asla algılamıyorum artık. Kavgaları kendileriyle. Sevilmemiş çocukluklarıyla belki... Değersiz görülmenin verdiği özgüvensizlikleriyledir belki de. Bu kendisine açtığı bir savaş. Ben ise sadece öfkesini kusup, kavga edebildiği bir nesneyim.Hayatında hiç sevilmemiş diyemem ama sevildiğini hissetmemiş belli ki. Doğru sevilmemiş o yüzden karşısındaki insan nasıl sevilir bilmiyor maalesef. Sevgiden şımartılmamış ki severken bonkör olsun.Sabahları yüzünü yıkamak için baktığı aynadaki sadece etten bir yüz olmamalı insanın. Girebilmeli en derine duygularına gözbebeklerinden. Kendinin farkına varmalı, sevebilmeli kendisini.
 
Göz kırpmalı kendisine. Kabullenmeliyiz en çok da kendimizi, dokunabilmeliyiz insanların hayatlarına bir tebessümle.Sevgiyle Kalın…