Yoga yapanın durmayı bilmesi gereken yer, “keşke” dediği an.

Yoga yapanın durmayı bilmesi gereken yer, “keşke” dediği an. Fotoğrafını bir sloganla değiştirmiş. İsminin üstünde “Yoga yapmıyorum!” yazıyor. “Fena halde” sıkılmış. Yoga yapanlardan değil “tam olarak”, yoga yaptığını söyleyenlerden. “Sen de yapsana, harika hissedeceksin” demeleri başlarda sinirini bozmamış. Salon ismi verenleri “Bakarım”, hoca tavsiyelerini “Hı-hı” diye geçiştirmiş. Israr edenleri biraz duymazdan gelmiş, biraz idare etmiş. Sigortalarını attıran “sevgi” kısmı olmuş. Biri daha söz açmasın diye kestirip atmış: “Yoga yapmıyorum!”
Ben yedi yıldır yoga yapıyorum. Daha önce de başlayabilirdim aslında, ama “Yoga yapıyorum. Bak kafamın üzerinde durabiliyorum” diyenlerden ürktüm. Bir de Yehova Şahitleri misyonerleri ile birebir aynı sözleri ediyorlardı, korktum. Neyse, sonra sağlıklı örneklerle karşılaşınca cüret ettim.
 
Bugün yoga yapıyorum. Sayesinde her şeye, herkese katlanabiliyorum. Ara verdiğim dönemlerde, iç içe geçmiş incecik bütün telleri teker teker açılmayı bekleyen elektronik alet gibi hissediyorum. Temassızlıktan çalışmıyorum. Ya da basitçe karışmış yün çilesi gibi diyeyim. Düğümlere makas atmadan tek parça açılamıyorum. Kendine makas atmak da normal değil.
 
Yoga, insanın metanetini artırıyor
Yoga yaparken ve yaptıktan sonra(ki saatlerde ve günlerde) sabitlenen iyilik hissini, son iki yıldır psikoloji öğrenimi sayesinde daha iyi anlıyorum. Nöropsikolojik açıklamaları var. Bilmişlik etmek istemiyorum şimdi. Oturmuş kahve içiyormuşuz gibi birkaç söz etmeye çalışabilirim belki. Yoga, vücudu saran sinirlerin kendi aralarında haberleşmelerine izin veriyor. Bu haberleşme sayesinde vücut, gerektiği gibi çalışma fırsatı buluyor. İhtiyacı olan bazı hormonları salgılıyor, ihtiyacı olmayanları azaltıp dengeleniyor. Unuttuğu, üzerinde kafa olarak oradan oraya koşturduğu bedeniyle temas kurduğunda, insan iyi hissediyor.
Yoga insana iyi geliyor. Gözün göremediği, elin tutamadığı, son model beyin tarama aletlerinin görüntüleyemediği acılarına merhem oluyor. Metanetini artırıyor. Daha nasıl diyeyim, bilmiyorum. Keşke herkes yoga yapsa. İçten yanmalı acılar hafifler, göz gördüğünü, kulak duyduğunu daha kolay kabullenir.
 
Bütün o sevgi sözlerini ettiren, salon-hoca ismi verdirten, yerlerde yuvarlanıp “Bak bir yap, çok iyi gelecek. Gel hadi gel, halı üstünde de olur, mat şart değil, gel bi dene ya” dedirten o. Ama zararsız yine de. İşin karikatürü. Duyanı da, şahit olanı da, sonradan dinleyeni de güldürüyor, o kadar.
Can sıkıcı olan, bundan sonrası. Bedeninin ürettiği o iyilik halini, insanın zihinsel düzeyde de daim kılmak istemesi. Bunun için duyup, okuyup sevdiği fikirleri kabul edip ona göre yaşamaya başlaması. Yeni yaşam şekline çevresindekileri, karşılaştıklarını da davet etme çabası içine girmesi.
 
Yoga “boş ver”dirtir, güvende hissettirir
Hızlı özetledim biraz, açıklayayım. İyilik halinin insanı nasıl “sevgi” doldurduğunu ve bu sevginin neden kimilerinin sinirini bozduğunu. Hem yoga yapıp “sevgi dolan”, hem de bu “sevgiye sinir olan” (içeriden) biri olarak biraz hakkım olduğunu sanıyorum.
Gerçekten de yogayla beraber gevşeyen sadece beden değil. Sinir ağının beyne “her şey yolunda” mesajı vermesiyle eşanlı olarak zihin de rahatlıyor. Kapanan gözlerin dış dünyayla ilişkiyi kesmesinin de etkisiyle, o “tam iyilik” hali, aklında her dem rahatsız edici düşünceler dolaşan insana şunu dedirtiyor: “A-maan… Boş ver ya…” Bu öyle birkaç dakikayla sınırlı bir his değil. İlerleyen saatlerde, günlerde de etkileri sürüyor. Garip ama gerçek: Sinir olduğuna sinir olmaz hale geliyorsun.
Gözler kapalıyken hissedilen rahatlık da “Evet, tamam, anladık, iyi geliyor” diye geçiştirilecek kadar basit değil. Gözünü kapatmak, ilkel beynin yırtıcı hayvan, yıldırım vs. tehlikelerden uzakta olduğuna ikna olması ve kendi kendine “Güvendeyim” demesi. İnsana “boş ver”diren bu güven.
O gözler kapalı halde insan, tehlike olarak gördüğü pek çok şeyi gerçekten de umursamamaya başlıyor. Azımsanacak şey değil. Boş verdiği, “tehlike” olarak gördüğü ve kaynağı insan olan bütün ilişkiler, olaylar. Çevresindeki, hayatındaki kimselerin tehdit olmaktan çıkması, insan için çok önemli. Tehlike olarak görmediğinde tetikte beklemiyor. Olası darbelere karşı kendini savunma taktikleri geliştirmeyi bırakıyor.
Boş vermek ile sevgi arasındaki ilişki işte burada kuruluyor. Biri içeriden, diğeri dışarıdan gelen iki etki söz konusu. İçeriden gelen şu: Rahatsız edici duygular uyandırmayana karşı iyi duygular hissedebileceğini görüyorsun. Hissettiğin duyguyu ifade edecek kelime ararken, ihraç sesler duyuyorsun: Sevgi... Öğretiler diyor ki: Her şeyi sev, herkesi sev. “Olabilir mi?” Hissettiğin şey “sevgi” olabilir gibi geliyor. “Evet, sevgi bu… İnsan aslında isterse her şeyi, herkesi sever.”
 
Sevginin alerji yaptığı an
Tartışacak yanı yok. Yoga, çok iyi hissettiriyor. Ama yoga esnasında ve sonrasında insanın için dolduran hislerin genel adı “sevgi” değil. Genelleştirilebilir bir isim verilebilir mi, emin değilim. Zihinsel karmaşayı ve tehdit algısını azalttığından, öfke-nefret-korku eksenindeki olumsuz duyguları hafifletirken, pek çok olumlu duyguyu hissetmesi için insana fırsat sunuyor yoga. Ama olumsuz duygular topyekûn sevgiye dönüşmüyor. Sadece deneyimlerimden yola çıkarak konuşmuyorum, bilimsel açıklamaları var. Sana bile isteye kötülük etmiş biriyle (sana vurmuş biri gibi) yolun kesiştiğinde anlıyorsun. Vicdana sığmayan işler yapan (köpek patisi kesmek gibi) biriyle karşı karşıya kaldığında fark ediyorsun. Ya da yaşam alanını biri daralttığında, bir avuç özgürlüğünü çalmaya kalktığında (haberlerde sık sık boy gösterenler gibi). Sevgi ortada tehdit, tehlike olmadığında ya da bunları çağrıştıracak durumlar olmadığında hissedilebiliyor. Yoganın hissettirdiklerine, bu yüzden sevgi diyemeyiz. Belki tahammül daha doğru bir tanım olabilir.
“Herkesi sev, her şeyi sev” öğretilerinin geçerliliğini yitirdiği kavşak burası. İnsan kendi selâmeti için herkese tahammül etmeyi öğrenebiliyor, ama herkesi istese de sevemiyor.
“Herkesi sevmekten bahsedip karşı komşusuna selâm vermeyenden mi öğreneceğim sevmeyi?” dediğini duymasaydım da anlardım, fotoğrafının yerine “Yoga yapmıyorum!” sloganını neden koyduğunu. İnsanın kendini sevgiye sinir olurken bulduğu koordinatta. Yabancısı değilim. Matını yanına serdiğine selâm vermeyen, salona tarikat lideri gibi giren hocasıyla sevgi temalı muhabbet dehlizlerine dalan müritler gördüm. Sevginin bu atmosferde üretileni, yoga yapana bile alerji yapıyor.
 
 Psikolojik garanti arayışı
İyi de, madem yoga bu kadar şahane bir şey, neden yapanların bir kısmı gerçek olmayan bir sevgi seline kapılıyor? Sevgiye dair, burada tekrarlamak istemediğim öğreti sözlerini benimseyip tekrar ediyor? Bedenin ürettiği iyilik halini zihinde sürekli kılmanın, psikolojik garanti sağlamanın bir yolu olduğunu sanıyorum bu tekrarların. Giderek bir inanç ve yaşam şekli haline geliyor gördüğüm kadarıyla. Korkuları yatıştıran, sevgi vaat eden bir bulut kümesi. Bütün inanç sistemleri gibi insanı uyuşturuyor. Uyuşukluğu huşû olarak tarif etmeyi tercih eden, mürit-arkadaş arıyor. Samimiyetle ama... O kadar güzel ki bu bedensel ve zihinsel iyilik hali… Keşke daha fazla insan bu mutluluğu tatsa! Dünya o zaman ne güzel bir yer olur!
Belki başka bir gezegende başka varlıklar için geçerli olabilir, hatta bilim de bu âlemi gelecekte kanıtlayabilir. Ancak şu yaşadığımız dünyada, insanın kafasında taşıdığı beyinle herkesi sevmesi mümkün değil. Hayatta kalmaya programlı beynin herkesi, her şeyi sevmesi imkânsız.
Yoga, bedeni ve zihni rahatlatıp insanın kendine bakması, kendini dinlemesi, anlaması ve bunların doğal sonucu olarak dönüşmesi, “kendini bilmesi” için mükemmel bir yol. Ama o kadar. Belki bir şey daha eklenebilir. “Sen kendini nasıl bildin?” diye soran olmadıkça, insana susmayı da öğreten bir yanı da var. Kesin olan, kimseyi sevgi kelebeği yapmadığı.
 
Sevgiyle kalın