ÇOCUĞA SEVGİYİ ÖĞRETMEZSENİZ EĞER, ETRAFINDAKİ KİMSEYİ SEVMESİNİ BEKLEYEMEZSİNİZ...


İnsanın ulaşabileceği en yüce nokta; içtenlik ve cömertlik ile başka insanları, canlı, cansız tüm varlıkları hiçbir karşılık beklemeden sevmektir. Gönüllülük duygusu ve sevgi her insanın ruhunda sınırsız şekilde mevcuttur. Bu sınırsız değeri yaşamınıza katmak ve sevgi yolunda yürüyebilmek içi sevginin ve gönüllülüğün öğrenilmesi ve yaşamımızda aktif olarak bulunması gerekir. Gönüllülük ve sevgi ailede öğrenilir. Gönüllülüğü ve sevgiyi ailede öğrenmeyenin başka yerlerde öğrenmesi mümkün olamayacak kadar zordur.Yaşamın anlamına ulaşmak ve mutlu olmak isteyen herkes için gönüllülük, inanılmaz lezzetler sunan yüce bir insanlık yoludur. Özetle; gönüllülük bir insanın bilgi, birikim ve deneyimlerini, gönlündeki sevinci, ruhundaki şefkati ve aydınlığı başka insanlara ve tüm varlıklara verebilmek için arzu ve istek içinde olması ve bunları eyleme dönüştürmesidir. Gönüllülük, gönülleri hoş tutmak, yalnızlıkları paylaşmak, muhtaçlara dost olmak, güçsüzlerin koluna girmek, yanağını okşamak, solgun yüzleri güldürmek, acıları hafifletmek, yoksulları sevindirmektir. Gönüllülük; hayatını güzelleştirmek isteyen insanın yalnız yürümemesi, başkalarını düşünmesi ve onların huzuru, iyiliği yolunda sevgi ve şefkat içinde çalışmasıdır. Sevgi ve şefkat bizi insan yapan iki önemli özelliktir.Ailenin en önemli gıdası sevgidir. Ailede sevgi içinde doğan ve yaşayan bir çocuk sevgi gerçeğini öğrenir, sevgi içinde yaşamayı doğal bir yaşam şekli olarak görür. Sevgi dolu bir yaşamı, yaşam biçimi haline getirir. Sevgiyi öğrenemeyen çocuk, en yakın çevresini dahi sevmeyi bilemez, ilk sevgisizliğini annesine, babasına, dedesine, ninesine karşı gösterir. Onları sevmek yerine, isteklerini yerine getirmeleri için kullandığı bir araç gibi görür. Şefkati, merhameti kendi ailesi içinde tanımayan çocuk kendi ailesine karşı da şefkatli ve merhametli olamaz. Hasta ve ihtiyaç içinde olan anne, babası ile ilgilenmeyen ne kadar çok evlat görmüşüzdür. Ailenin temeli; ailede yaşayan değerler, erdemler ve sevgi dolu ilişkilerdir. Bunlar aileden dışarıya yansır, dünyayı ve dünya yaşamını aydınlatır.Gönüllülüğün özü insanın ruhundaki sınırsız sevgidir. Çocuğa gönüllülüğü öğretmek yerine, örnek olmak, evde ve tüm ilişkilerde yaşam biçimi haline getirmek gerekir. Çocuk sevmeyi, vermeyi, paylaşmayı bir görev veya fedakârlık olarak görmemelidir… Hayatın, vermek, sevmek ve karşılık beklememek olduğu inancı ve doğallığı içinde yaşamalıdır.Çocuk hayatı aile içinde görür ve öğrenir. Anne baba geçmişte nasıl yaşamış, hangi tutum ve davranışlar içinde bulunmuşlar ise, çocuk onlarla karşılaşır, onları örnek alır. Onun gerçeği; görüp yaşadıkları olur. Çok önemli uyaranlar ile karşılaşmazsa başka türlü yaşamlar olabileceğinin farkına varmaz ve yeni bEğer siz bir anne ya da baba iseniz ya da bir çocuğa uyku öncesi bir kez olsun eşlik ettiyseniz ne demek istediğimi eminim biliyorsunuz. Çocukların uyku öncesi yakınlık ve konuşma ihtiyaçları arttığı gibi, talepleri bazen komik ya da zorlayıcı boyutlara ulaşabiliyor. Örneğin sizin kirpiklerinize, et beninize, göbek deliğinize dokunarak uyumak istemek, bütün yatağını kaplayan büyüklükte oyuncaklarla yatmak, mutlaka 5-6 kitap dinlemek ya da dakikalarca onu kaşımanızı, masaj yapmanızı istemek gibi. Peki uyku öncesi artan taleplerin altında nasıl ihtiyaçlar olabilir?
Bir çocuğun büyüme sürecinde uyku belki de üzerine en çok konuşulan, tartışılan ve danışılan konulardan biridir. Çünkü yeni bir anne-babanın en hızlı öğrendiği konu; bebeğin uyku süresi ya da uyku kalitesinin evde yaşayan kişilerin iyilik hali ile ilişkili olduğudur. Dolayısıyla ebeveynlerin zihni bebek doğduğu andan itibaren onu daha iyi ve daha uzun uyutmanın yollarını aramak ile meşgul olmaya başlar. Ebeveynler bu konu ile meşgul olurken ve yaptıklarımızın bazıları etkili olmaya başlayıp, kendi içinde alışılan bir rutine dönüşürken aslında çocuklar da kendi mizaç ve ihtiyaçlarına göre bazı ritüeller oluşturmaya başlarlar. Bu ritüellerin yaş büyüdükçe uykuyu geciktirmeye de hizmet ettiği aşikardır ancak hemen her zaman belirli bir düzeyde güvende hissetme, yakınlık (temas) ve kendini sakinleştirme ihtiyacı ile ilişkisi vardır. Hani eskiler derler ya uyuyunca geçer, oysa ki geçince uyumaz mıyız aslında? Aklımda takılmış bir söz, bir tavır, bir konu, kalbimde geçmemiş bir duygu, bir acı, bir sızı varken uyumak mümkün müdür? Peki ben küçük bir çocuk olarak, bunu güvendiğim bir yetişkinin kollarından daha iyi nerede geçirebilirim? Eğer bunu burada geçirmeyi öğrenirsem, yıllar sonra büyüdüğümde kendimi yeniden güvende hissetmek istediğimde belki yatağımı hatırlamak ya da evimde derin bir uyku uyumak bana anne-babamdan kalan kıymetli bir içsel kaynak olabilir mi?
Burada ebeveynlerin “peki bu talepler zorlayıcı boyutlara ulaştığında ne yapacağız?” dediğini duyar gibiyim. İşte orada insan davranışını açıklamaya yönelik psikoloji tarihine etki eden iki büyük kuramın (davranışçı ve psikanalitik kuram) sesine kulak vermeliyiz.
Sevgiyi bilmeden yetiştirilen çocuklar için Bir gelecek oluşturmanın çabası içine girilmez. Çocuklarınıza önce sevgi verin ki gelecekleri güzel olsun…
SEVGİYLE KALIN…