İnternette süzülen eski fotoğraflar, telefon konuşmaları, ayaküstü sohbetler…

İnternette süzülen eski fotoğraflar, telefon konuşmaları, ayaküstü sohbetler… Kapalı kalmak, durmak, yavaşlamak insanın içinde duran geçmişi türlü biçimlerde canlandırıyor. Ama bunlar hafif hatıralar.

Son günlerde hiç rastlamadığım kadar eski fotoğraf görüyorum sosyal medyada. Çocukluk yıllarından görüntüler. Pencereden bakarken, doğum günü pastasının mumlarını üflerken, kardan adam yaparken, kedi-köpek severken, evde, sokakta, parkta... Ünlülerin taze paylaştıkları da gazetelerin en çok okunanlar sekmesinde karşıma çıkıyor.

Genellikle tek başına, sahibi. Aralarında analog dönem fotoğrafları olmasa yadırgamayacağım. “Herkes nasıl büyüklüğünü tek başına paylaşıyorsa, küçüklüğünü de öyle paylaşır, ne var” deyip geçeceğim. “Görünmeyi sevmekle ilgili”ye bağlayacağım. “Ünlülerinki zaten her zaman bakılıyordu, ilginç bir şey yok” diye kendimi yalanlayacağım. Fakat yayınlanan bazı haberler ve bu fotoğraflar arasında ilişki kurmaktan kendimi alamıyorum. Birbirlerinden bağımsız eşanlı yayınlanmaları tesadüf olabilir mi?

Aslında bu sorgulamayı yaptıran, telefonda ve ayaküstü sohbetlerde anlatılanlar biraz da. Yakınlarımla konuşurken fark ediyorum, konu bir biçimde çocukluğa, ergenliğe geliyor. Kedisini boynunda iple bahçeye gezmeye çıkaran komşu, beş dakikalık sohbette beş yaşında yaşadıklarından bahsediyor. Tesadüf mü?

Bir biçimde gülümsesek, güldüğümüz bir yere bağlasak da hep hüzünlü bir yanı var bu hatıraların. Kimsenin anlattığı, mutluluktan öldüğü değil. Eski anıları gülecek bir yere bağlamak, sadece eski anıları gülecek bir yere bağlama ihtiyacından. Gerçek halleriyle hissettirdikleri ağır geldiğinden, güleceğin bir hale sokarak hafifletme çabası.

Durduğu yerde hatıralar basmasa, insan niye bahçede ayaküstü beş yaşına gitsin? Niye çıkarıp çocukluk fotoğraflarını çıkarıp ayıklasın, tarayıp yayınlasın? Üstelik tek olduğu fotoğrafları. O sıralarda hayatında olanlarla, anneyle, babayla, kardeşle beraber değil de tek, niye? Telefonda insan, tamam dört duvar arasında başından bir şey geçmiyor ama, mesela dün, önceki gün izlediği filmden değil de niye ergenlik anılarından söz açsın?

Kapalı kalmaktan mı, durmaktan ya da yavaşlamaktan mı hatıraların basması?

Hafif hatıraların basması, daha ziyade durmaktan gibi geliyor bana. Yoksa işyerlerinde de hayat kapalı geçmiyor muydu? Fakat günlük hayat hengâmesi, insanın içindeki sesi susturuyordu. O hengâmeye teslim, robot modunda sadece gerekeni düşünecek, yapacak vakti oluyordu. İşe gidip gelirken hep bir uyaranı vardı. Önüne çıkan bir kedi, köpek, kaldırımda yol verdiği insan, adres soran biri, binip indiği taşıt dikkatini uzun süreli başka bir düşünceye vermesine mani oluyordu. Eve adım attığında ise günün muhasebesi sürüyordu kafasında. Başkalarının arasına karışarak herkes gibi, herhangi biri gibi bir gün geçiriyordu. Birden durdu ya da yavaşladı.

İnsan boş kalınca ya da yavaşlayınca o kemirgen sesi duymaya başlıyor, analog görüntüler eşliğinde. İçten içe konuşup duran, eğer yönetmeyi bilmezse kendi kendini yiyip yok etmeye muktedir o sesi duymasına sebep oluyor. İstisnalar hariç kemirgen ses anne-baba-kardeşten itibaren başlıyor. Eski sahnelere yeniden, yine yeniden can veriyor. Herkesin acı duyduğu, silmeye, sessize almaya çalıştığı sahneler var hayatında. İnsan durunca ya da yavaşlayınca nükseden.
Arılar kara sineklerden daha zekidir. Bir arı bir pet şişenin içine girerse ışığa doğru uçar ve şişenin ağzını bulup kolayca dışarı çıkar. Kara sineğin böyle bir zekâsı yoktur. Şişenin sağına soluna vurarak rastgele uçmaya devam eder ve belki tesadüfen şişenin ağzını bulur ve dışarı çıkar. Şişeyi ters çevirirseniz işler değişir. Arı gün ışığına doğru uçtuğu için şişenin şimdi altta kalan ağzını asla bulamaz. Ama çok daha az zeki olan kara sinek deneyip yanıldığı için şişenin ağzını bulma ve dışarı çıkma ihtimali hala vardır. Deneyip yanılmak altın değerindedir. Size kendi sınırlarınızın ve ezberinizin ötesindeki bilme hallerini açar. Meditasyon ve yoga pratiğini bilme üzerine değil, deneyip yanılma üzerine kurun.

Bugün sessizce oturmak yerine yatmayı, yatmak yerine yürümeyi deneyebilirsin. Sessizce yemek hazırlamak ve kokulara tatlara odaklanmak nasıl olurdu? Denemeden bilemezsin. Dene, yanıl, bir daha dene, bir daha yanıl.
Bu anlamda Mindfulness pratikleri kendi iç dünyanızın Netfilix’i gibidir.