Çünkü: Nasıl yaşarsak öyle öleceğiz. Hepimiz  Gayette Net.

Çünkü: Nasıl yaşarsak öyle öleceğiz. Hepimiz  Gayette Net.
 
Buda ölmeden önce demiş ki: “ Var olan her şey ölür ve çürür. Kurtuluşunuz için özenle çalışın”
 
Evet, var olan her şey ölür ve çürür. Sen de dâhil.
Bundan yaklaşık iki sene önce eşimin işi sebebiyle bir krematoryumu (ölülerin yakıldığı yer) ziyaret etme imkânım olmuştu. Eşim, Bilgi Teknolojileri/Finans danışmanıdır. Oraya çağrılmasında ki sebep bir cenaze firmasının yakılan bir bedenin küllerini kaybetmesi ve ailenin bunu fark etmesiyle olayın basına yansımasıydı. Eşim de küllerin kaybolma sebebini anlamak üzere kullandıkları bilgi teknolojileri sistemini incelemeye davet edildi. Konuşmaları sırasında benim ölüm doulası olduğumun bahsi geçince tanışmak üzere beni de oraya çağırdılar. Böylelikle eşime tüm sistemi (iş akışını!) daha iyi anlaması adına sadece çalışanların girebildiği kısımları gezdirirlerken benim de onlara eşlik etme imkânım oldu.
Tur boyunca aklım yakılma öncesi veya sonrası detaylarda değil de bu işi yapanların nasıl hissettiklerindeydi? Ofis kısmına girdiğimizde bizi ilk karşılayan sekreter, ziyaretçi olmadığı zamanlarda arka taraftaki fotokopi makinasının yanına geçiyor ve ortalama büyüklükte bir insan bedeni yakıldığında ortaya çıkan 3.7 litre külün paylaşımını oracıkta tüm sakinliğiyle yapıyordu (Aileler külün hepsini istemeyebiliyorlarmış). Çeşitli sebeplerle külleri hiçbir zaman geri alınmayan ölülerin plastik şişelerdeki külleri, bedenleri fırına koymaktan sorumlu olan kişinin ufak gri çalışma odasında yıllardır tozlanmış halde bekliyordu.

Bu kısmı eğer sizin için ölümün bir ağırlığı varsa bunu pekiştirmek için değil, ölümün bize düşündürdüklerinin farklılığını göstermek için yazıyorum.
Çalışanlardan biri hayatta olduğu için her gün teşekkür ettiğini söyledi.
Diğeri ölüm gerçeğiyle her gün yüzleştiğini ve kendi ölümünü sıklıkla düşündüğünü.
Bir diğeri ölüm ötesi hayatı kabul ederek orada olmakla başa çıkabildiğini.
Kim bilir okurken siz ne düşündünüz?

Var olan her şey ölür ve çürür. Sen de dâhil. Bedeninizi çürüyor olarak düşündüğünüzde ne hissediyorsunuz?

Çok şükür yakında Türkiye’de de daha fazla yapılmaya başlanacak Ölüm Kafe’lerinin davetlerini duymaya başlayacaksınız. Ölüm Kafe’leri ölümden konuşmak isteyen kişilerin bir araya gelmesini amaçlayan buluşmalar. Herhangi bir ajandası yok. Tek amaç ölümü konuşmak.
Eğer bir gün merak eder de katılmaya karar verirseniz öncesinde bir düşünün derim; ölüm sizin için ne anlama geliyor?

Ölümden konuşmak, kendi ölümünün her zaman tam yanı başında olduğunu, ölümün sana sadakatle bağlı tek arkadaşın olduğunu fark etmek demek.

Ölümden konuşmak “hepimiz bir gün nasıl olsa öleceğiz” masalını söylemeyi bırakıp, ölümü, birincil tek şahıs olarak kendinle birlikte aynı cümle içinde kullanabilmek demek.

Ölümden konuşmak demek, ölümün nasıl da yaşamı beslediğinin keşfini yapmak demek.

Yoksa,
Ölmeden önce yapmak istediğim 10 şey
Ölmeden önce gitmek istediğim 10 yer
Öldükten sonra kime neyi bırakacağımın listelerini hazırlamak değil...
Bunları yapmakta sakınca yok. Sorun “sadece” bunları yapmakta. Ölümün yalnızca bu listelere indirgeniyor olmasında yaşadığımız bu çağın kültürel yoksunluğunun ayak izleri var.

Nasıl yaşarsam öyle öleceğim. Net.

Ölümden konuşmak istiyorsanız, kendinizi bu konuda keşfetmek istiyorsanız. Ölüm Kafe’lerini kaçırmayın. Ama bu fırsatları heba da etmeyin. Ölümden konuşuyorum maskesi altında yaşamdan/ölümden sakınmanın yeni yollarını icat etmeyin.

Geçen sene yaptığım bir Ölüm Çemberi/Ölüm Meditasyonu sonrasında yazmıştım. Katılımcıların zarafeti ve açılan şefkat kapısı büyülemişti beni. İnsanların ölüm yataklarını nasıl bir sükûnetle, nezaketle ve aynı zamanda heyecanla hazırladıklarından etkilenmiştim mesela. Sanki her gün yapıyorlarmış gibi sükûnetle; sakin, yavaş adımlarla hareket ediyorlardı. Bin kez ölmüşler, öncesinde de bin kez yataklarını hazırlamışlar gibi bir eminlik vardı hallerinde...

Materyalleri seçerkenki heyecanları; bakışları, deniz kabuklarıyla veya babamın eski saatiyle veya anneannemin eski cüzdanıyla buluştuğunda yüzlerinde ki coşku çok belirgindi. Seçtikleri materyalleri matlarının etrafına yerleştirişleri, o ağaç kabuklarını veya çiçekleri tutuşlarının zarifliği unutulmaz anlardı benim için. Aklımda kalan diğer bir sahne, hazırladıkları yatakta yatışlarıydı. Herkes çok güzel geldi bana. İnsan olmanın güzelliğiyle ilgili bir şey vardı orada. Kırılgan olmaya açıklık, korku, şefkat, sevgi, merak, rahatsızlık. İnsan olmaya dair ne varsa hepsi o odadaydı ve bunların birleşimi çok güzeldi. En önemlisi ise şefkatti. Özellikle katılımcılardan birisi hikâyesini anlatırken herkesin gözlerinden şefkat aktı. Hiç tanımadığımız birine şefkat duymak. O şefkatin içimizde bir yerlerde var olması (bence hep var) ve bunu birbirimize sunabilmemiz ne büyülü. Ama içimden bir de kendimize daha şefkatli olsak diye diledim. Kendimize şefkat. Ölürken de, yaşarken de.

Ey insanlar, o kapılardan bakınca nasıl hallerimiz çıkıyor ortaya.

“Vahşiliğimden korkma tut elimi
Kork vahşiliğimden bırak beni”

Her zaman bir arada olamadığımız haller, belki de zaten olmamamız gereken haller bunlar. Her Allah’ın günü ölüm yatağı hazırlayıp onu düşünmek değil mesele, o ölüm yatağını hazırlayabilecek “ben”i elinden tutup arada hemhal olmak. Vahşi olmak, en doğal halimizle. Yanyana durabilmek bir süre. Sonra izin vermek gitmesine. Çünkü her daim durulmaz o suların içinde, çok derin, delirtir, alır götürür. Ama varlığını bilmek, ihtiyacın olduğunda onu çağırmak esas mesele. Ve onun her ziyaretinde kendindeki dönüşümü fark etmek. Vahşi seni dönüştürmeden gitmez çünkü. Ölmeden önce neler yapmak istersiniz diye sorular, hazırlanan listeler var ya hani yukarıda da bahsettiğim. Oraya buraya gitmek, şu yemeği yemek değil cevabım. Kendimi sevmek. Kendime zarif olmak, şefkatli olmak. Sonra onu diğer insanlarla paylaşmak.

Hala buradayken.

Ölümün yaşama annelik etmesi bu işte. Aşk işte bir nevi bu.