.

“Gürültü çağında yaşıyoruz. Sessizliğin neredeyse soyu tükenmiş” diyor felsefeci ve mecaracı Erling Kagge.
Hepimiz  Ses ve gürültü ile çevrelenmiş bir şekilde hayatlarımızı sürdürüyoruz. Gerçek sessizlikle karşılaşırsak neler olur? Hiç düşündünüz mü?
Örneğin hepimiz haftanın beş günü gerek iş gerekse özel hayatımızda bile hafta sonlarını iple çekeriz. Hafta sonu gelse de şunu yapsam diye başlar hepimizin planları.Benim de öyle oluyor zaman zaman kendimle başbaşa kalma çabam ağır bastığı zaman sessiz bir ortam arayışım başlıyor. Bu genelde evim oluyor ve haftasonu hiçbirşey yapmadan sadece beynimi dinlendirme çabalarımla geçip gidiyor. Bazen diyorum şehir dışına çıkmalıyız tatil günlerimizde bu  isteğim ise belkide  Bütün gün şehirde Trafiğin gürültüsü, sirenlerin tiz sesleri, yüksek sesle konuşanlar, cep telefonlarının bildiri mesajları - hepsi birden çok bunaltıcı olabiliyor zaman zaman. Sonra bir çığlık basıyorum içimden biraz sessiz lütfen diyorum sonra da zaten Cuma gelmiş ve cumadan pazara kaç gün var ki arada diye hesap ederken yine başlıyor yoğun bir pazartesi sendromu ve Yine de sessizlik; yalnızlık, sıkıntı hatta hüzünle ilişkilendiriliyor zaman zaman. Bence sessizlik herkezin zaman zaman ihtiyacı olan en güzel dinlenme metodudur.
Felsefeci ve maceracı Erling:
Biliyor da konuşuyor olsa gerek ki . Hiç üşenmeden sessizliğin gücünü araştırıp, Kuzey ve Güney kutupları ile Everest Dağı’nın zirvesine ulaşan ilk kişi olmuş.
Peki ya  neden sessizliğe ihtiyacımız var?  Yada Onu nasıl kaybettik? Düşünenleriniz elbet olmuştur.
Bana göre :Sessizlik yaşadığımız o anda olmamıza yardımcı oluyor, Sessizlik bize düşünmek için fırsat veriyor her konuda, Sessizlik sohbet sırasında bile önemli bir araçtır düşününce.Sessizlik beyinlerimizin gelişmesini sağlayabilir zaman zaman.Sessizlik sosyal medyanın panzehiri bile olmuş bakıldığı zaman. Sessizlik stresi hafifletmeye yardımcı olur ve daha bir sürü örneklendirmeler verilebilir aslında.
Ben bazen sesiz kalmaya ihtiyaç duyduğum zaman zihnimde canlandırdığım ve bana çok iyi gelen hayallerim bile oluyor:
 
Önce yaşadığım yerden taşınmakla başlıyorum hayallerime.Şehirden taşınınca renklerim yeşillenecek ve temiz hava bana iyi gelcek diye düşünüyorum.Güneşle ve ayla göz göze gelebiliyorum. Mesela bir dağ evi oluyor hayalimde gittiğim en güzel yer. Sessiz temiz havası olan kuş sesleri ve börtü böcekle devam ediyorum gözlerim kapalı zihin dinlendirme oyunuma. Şehirden taşındığım zaman , banyoma gelen örümceği bile öldürmüyorum. Böcekten bile korkmuyorum .  Onlar benim için dışarıdan gelmiş bir komşu oluyor zaman zaman. Doğanın döngüsünü ve her şeyin dengesini hatırlatıyorlar bana  . Ve şunu anlamamı sağlıyor bu komşularım Ayakta kalmak nasıl bir şey olurda bu ortamda.  Şehrin uğultusu kesilince, içini duyar oluyorsun çünkü  Sessiz ve koşturmacasız ya, daha çok okuyorsun yazıyorsun. Daha çok yoga yapasın, meditasyon yapasın, daha erken yatasın geliyor.Yeni bir kanun çıkmış da, işler artık doğayla uyumlu hale gelmiş gibi oluyor. Şehre gelince, delilik diyorsun, çılgınlık diyorsun, yoruluyorsun.
Tabii ki iş, güç, arkadaş, yemek, kutlama, konser, tiyatro vs için şehre gitmen gerekiyor. Bunlar da hayatın neşesi, fiyongu, vitamini. Gelmek uzun sürüyor tabii o var.
 
“İyi ki gelmek uzun sürüyor demek için ne yapmam gerekiyor?” diye uzun uzun sordum kendime ve cevabı buldum aylar sonra. Yolda podcast ya da kitap dinliyorum.
 
Son birkaç ayda yollarda o kadar çok şey öğrendim ki!
Müzisyenlerin şarkılarını nasıl yaptıklarından tutun da, en merak ettiğim romanları, her konuda en merak ettiğim insanların konuşmalarını...
İkide bir durdurup telefonuma not alacak kadar hem de. İnsan ruhunun nabzını ölçmeyi öğrenince, ritimlerini rutinlerini ona göre ayarladıkça, şaha kalkıyor. Ve sonra gözlerimi açıp kaldığım yerden devam ediyorum hayatıma.. Son sözüm beni mutlu ediyor kendimce diyorum ki hadi kalk devam et Burcu Bendeniz’in de şarkısında dediği gibi Cumadan Pazara kaç gün var ki arada. Hayalleriniz sessizliğiniz olsun. Sevgiyle  kalın.