Çanakkale Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneğinin girişimi ile Çanakkale Atatürkçü Düşünce Derneği, Eğitim-Sen, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, ve Eğitim-İş’in katılım gösterdiği ‘Sorun Eğitim’ Paneli gerçekleştirildi. Gönümüzde yaşanan eğitim sorunlarının konuşulduğu, Çanakkale Belediyesi Nikah Salonunda gerçekleştirilen  ‘Sorun Eğitim’ Paneline   Yeni Kuşak Köy Enstitüsü Başkanı Osman Demircan, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Necmi Akyalçın, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Çanakkale Şubesi Başkanı Kenan Kaynaş, Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi Başkanı Filiz Savaş, Eğitim-İş Çanakkale Şubesi Başkanı Ahmet Mantaş konuşmacı olarak katıldı.
Moderatörlüğünü Yeni Kuşak Köy Enstitüsü Başkanı Osman Demircan’ın yaptığı Panelde  Çanakkale Atatürkçü Düşünce Derneği Şubesi Başkanı Necmi Akyalçın ‘Millet Mekteplerinde emperyalizmin güdümüne giren e3ğitimimiz’ konulu Başlığı ile Türkiye’nin eğitim alanında tarih boyunca yaşadığı değişimlere değindi. Eğitim-Sen Çanakkale Şube Başkanı Filiz Savaş ise gerçekleştirdiği ‘Eğitimde dönüşüm süreci’ sunumuyla eğitim sürecinde yaşanan değişiklikler hakkında bilgiler verdi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Çanakkale Şubesi Başkanı Kenan Kaynaş İSE YAPTIĞI ‘Üniversite Eğitimi’ sunumu ile Çanakkale Başta olmak üzere üniversitelerde yaşanan değişimler ve kırılma noktaları hakkında bilgiler  verdi. Eğitim-İş Çanakkale Şubesi Başkanı Ahmet Mantaş ise ’Eğitimde gericileşme ve piyasalaşma’ konulu sunum yaptı. 
 
Panelin Moderatörlüğünü Yeni Kuşak Köy Enstitüsü Başkanı Osman Demircan yaptığı açılış konuşmasında  “Biz Beş Sivil Toplum Örgütü bir araya geldik ve eğitim de önemli noktalardan geçtiğimiz bu günlerde böyle bir panel düzenlesek nasıl olur diye konuştuk. Eğitimde gerçekten önemli günlerdeyiz. Mesela Köy Enstitülerinin kuruluşunun 80’inci yılı.  Ama Köy Enstitülerine olan istek ve arzu hiç eksilmiyor. Diğer taraftan 16 Martta Öğretmen okullarının açılışının 172. Yıldönümü. Geçen bu 172 yıl bize, öğretmen yetiştirmede ne kadar büyük bir tecrübeye sahip olduğumuzu gösteriyor.  Ama bulunduğumuz nokta o tecrübenin sonucu mu? Değil. Çevremize baktığımızda, eğer kritik gözle bakılıyorsak bir sürü eksik ve yanlış görüyoruz. Sadece çevredeki yapılar değil İnsanlarda yanlış var. Bu eksikliklerin hepsi eğitim sorunundan kaynaklanıyor.  Hatta ben zaman zaman diyorum ki bu kadar yanlış insan, yalancı, dolandırıcı, sahtekar insan çevremizde nerde yetiştiler ki? Uzaydan gelmediklerine göre bizim okullarımızda yetişiyorlar. O zaman eğitim sistemimizde gerçekten sorunlar var.  Öncelikle adam gibi adam yetiştiremiyoruz.

Eğitimi Yanlışa Götürürseniz Ülke Çöker
Osman Demircan gerçekleştirdiği konuşmasının devamında eğitimin kötüye götürülmesi halinde ülkenin çöküşe doğru gideceğini belirterek “Bir ülkenin gerilemesi eğitimin eksikliklerinden kaynaklanıyor.  Bir ülkeyi yok etmek için artık silaha veya savaşa gerek yok. Bunun için eğitim sistemini yıkmak yeter. Sonuç olarak hastalar doktorların elinde can verir, binalar mühendislerin önünde çöker, Adalet Hakimlerin elinde yok olur, insanlık din ve batıl inançların elinde tükenir gider. Eğitimi aksatırsanız, eksiltirseniz, yanlışa götürürseniz ülke çöker” dedi. 
 
 Türkler Eğitimde 4  Alfabe Kullandı
Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Necmi Akyalçın konuşmacı olarak katıldığı panelde türk alfabe devrimleri ve eğitim tarihi ile ilgili yaptığı konuşmasında Türklerin  Uygur, Göktürk, Arap ve Latin olmak üzere tarih boyunca farklı dönemlerde 4 alfabe kullandığını belirterek “Millet Mekteplerinin Mustafa Kemal Atatürk tarafından açılmasının temelinde harf devrimi yatıyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra bir harf devrimi gerçekleştirildi. Eki neden gerek duyuldu buna? Türk tarihine baktığımızda ilk Türk alfabesi olarak Orhun Yazıtları önümüze çıkıyor. 8. Yüz yılda yazılmış ve yukarıdan aşağıya doğru okunan  bu alfabenin ne zaman kullanılmaya başlandığını ve ne kadar kullanıldığını bilmiyoruz. Bir süre bu alfabeyi kullanan Türkler, daha sonra bu alfabeyi Uygur Türkçesine çevirdi.  8. Yüzyıl ile 12. Yüzyıllar arasında yani yaklaşık 4 yüz yıllık bir dönemde  Türkler Göktürk ve Uygur Türkçesi ile yazıp okudu. Ancak Talas Savaşı ile Türkler İslamiyet’i tanımaya başladılar.  Göktanrı inancı ile İslamiyet’e ilgi duyan Türkler yavaş yavaş  Müslümanlaştı ve ilk Müslüman olan devlet de Karahanlılar’dır.  Müslümanlığa geçen Türkler Arap alfabesini kullanmaya başladı.  Bundan sonra Osmanlı dönemine kadara Arap alfabesi ile yazdık ve okuduk. Ancak Arap Alfabesi ile yazılanlar çok başarılı olamadı.  Arap Alfabesi Türklerin kullandığı üçüncü alfabedir ve bunu çok uzun sürede kullandılar.  1910’lara geldiğimizde ise Osmanlı Devletinde de Arap Alfabesinin dışında yeni bir alfabeye geçilmesi gerektiği Osmanlı aydınları tarafından dillendirilmeye başlanmıştı.  Çünkü 1938’de ilan edilen siyasi tanzimatlar, Batıya doğru yönelmişti Osmanlı. 1789 Fransız devriminden sonra Fransa’ya yönelen aydılar Latin alfabeleri ile karşılaştılar ve bu harflerin Türkçeye çevrilmesini istemişlerdi. Fakat bir devrim yapmak öyle kolay iş değildir” dedi.
 
Millet Mektepleri ile Latin Alfabesinin Kullanılması Yaygınlaştı
Türklerin son olarak kullanılmaya başladığı ve günümüzde de kullandığı Latin Alfabesinin nasıl yaygınlaştığına da değinen Akyalçın “Osmanlı aydınları Latin Alfabesi için bir çok girişim ve devrim çalışması yapsa da  başarılı olamadılar. Taki 1923’te Mustafa Kemal ve yoldaşları tarafından Cumhuriyet kurulana kadar. Bilindiği üzere Mustafa Kemal Çanakkale’de Anafartalar kahramanı olarak İstanbul’a döndü. Oradan da Bağımsızlık savaşımızı tamamlamak için Samsun’a çıktı ve 1922’de bizim işgal dönemimiz sonlandırıldı.  Mustafa Kemal Atatürk çevresindeki dava arkadaşlarına ‘Biz işgali sonlandırdık Ama Asıl Savaş şimdi başlıyor’ demişti. Bahsettiği şey de eğitimdi. Mustafa Kemal Atatürk eğitimin doğru işlenmesi için alfabenin değiştirilmesi gerektiğini biliyordu. Ama bunun çok uygun bir zamanda yapılması gerektiğini de biliyordu. 1923 ile 1928 yılları arasında beş yıl boyunca bunun çalışmasını yaptı. Ve 1 Kasım 1928’de Türkler Kiril alfabesini de sayarsak 5’inci alfabesine hızla geçti.  Bu alfabenin hayata geçmesi ile millet mektepleri gündeme geldi. Millet Mekteplerinin açılmasının asıl sebebi bu Latin alfabesine geçiştir.  1 Ocak 1929’de da millet mektepleri kuruldu.  Bu alfabelerin öğretilmesi Millet Mektepleri aracılığı ile okullarda, köylerde, kahvehanelerde okuma seferberliği başlatıldı. 5-6 yıllık bir dönemde  büyük bir başarı sağlandı. O dönemde yapılmış olan Nüfus sayımında,  13 milyon olan Türkiye Cumhuriyeti Devlerindeki insan sayısı ki bunların  yaklaşık 1 milyonu 6 yaşın altında olan insanlardı. Bu seferberlik sayesinde bir yıl içerisinde 1 Milyon dolayında insan Latin alfabesini öğrendi” dedi.

Cumhuriyet Sonrasında Eğitimdeki 3 Kırılma Noktası 12 Eylül, YÖK ve AK Parti Dönemi
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Çanakkale Şubesi Başkanı Kenan Kaynaş ise Üniversitelerin eğitim dönemi hakkında yaptığı açıklamasında, eğitimdeki üç kırılma noktasına değinerek “ Cumhuriyet Dönemi sonrasında üniversitelere baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti Eğitiminden 12 Eylül dönemi, YÖK dönemi ve şu anda yaşadığımız AKP dönemi olmak üzere 3 kırılma noktası vardır. 12 Eylül darbesi öncesi yaşanan olaylarda tek suçlu olarak Üniversiteleri, öğretim elemanlarını ve öğrencileri  hedef alan askeri ve siyaset kurumları,  askeri darbeden sonra üniversiteleri, askeri disiplini ile toplumun temel direği olan üniversitelere üniforma giydirdi. Basın, sendika ve tüm meslek STK’larını  yetkileri altına aldılar.  Demokratik ve özerk olan üniversitelerin Rektörleri, geleneklerin yer aldığı brifinglerle sınamışlardır.  12 Eylülde, kendisinden sonra da bu konun devamı için YÖK’ü kurarak getirdi. Üniversiteleri ve akademisyenleri disipline edilmeye çalışmıştır.  Bununla da yetinmeyip üniversite açmak adına, üniversiteleri bölerek, akademisyenleri zorunlu lokasyona sokarak  özgürlüklerin, özerkliklerin yıpratılmasına devam edilmiştir. Tüm bunlara karşılık eğitimde başarı oranının arttığı, eğitim düzeyinin yükseldiği, hocaların tüm Türkiye’ye dengeli dağıtıldığı  ve Üniversite yönetimlerinde  reform yapıldığını açıklayan bir  beyaz kitabı bastırılmıştır. YÖK Tarafından yapılan bu reformların ilerde üniversite eğitiminin nasıl geriye götürüldüğünü hep birlikte gözlemlerdik.  Son kırılma noktası ise 2002 yılından sonraki yıllarda yaşanmıştır. İlk iki kırılma noktasına neden olan askeri vesayet, şimdi de siyasetin vesayetine dönüşmüştür” dedi.

Bilimsel Makalesi Bile Olmayan Rektörler Hal Görev Başında
Kaynaş, konuşmasının devamında rektörlerin bilimsel çalışma yapmadığına da işaret ederek “Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in dediği gibi ‘Üniversiteler siyasetten uzak olmalı, devletten değil’ sözü maalesef tersine gerçekleşmiş ve üniversiteler siyasetin göbeğinde yer almıştır.  Bırakın üniversite yönetimini, son FETÖ davasında  izlediğimiz gibi, Üniversite giriş sınavlarında  öğrenciler için ayrımcılıklar sağlanmıştı. Akademik liyakatin esas alınmadığı ve akademik derecelerin kişilerin yeteneğine, verimine bakılmaksızın sadece siyasi görüşe göre dağıtıldığı bir sisteme dönmüştür. Son kırılma noktasında on devşirmeye yönelik herkes gibi Üniversite sınavları, siyasilerin istekleri doğrultusunda, büyük üniversitelerimizin başa alması ve üniversitelerimiz atamalarının tek bir kişi tarafından atanması bunun son halkası olmuştur. Sonuçta son 10 yıl içerisinde hiçbir bilimsel makale yazmamış 80 Rektör Hala görevinin başındadır.  Bu rektörlerin büyük bir kısmı da şimdiki moda olan seçimi kaybeden eski AKP Milletvekilleridir.

Üniversiteler Devlet Yerine Mevcut Siyasi Görüşün Yanında Yer Alıyor
Üniversitelerin özgürlük ve özerkliğine de değinen ÇYDD Başkanı Kaynaş “Üniversite sayısının ki şu an 207 üniversite var. Öğrenci sayısının 8 milyona ulaştığı öğrenci sayısı, ile üniversite sayısının artışı ile büyüme ve gelişmiş olma üniversite fikri, maalesef yöneticilerin ve YÖK’ün amaçları olarak stratejik planlarda yer almıştır. Halbuki öğrenciler olabildiğince demokratik, katılımcı, özgür, özerk ve çok yönlü  bilgi ve birikim ortamında yetişmelidir. Öğrenciyi müşteri gibi görmek , Üniversite ve üniversite  eğitiminin devletin yanında yer alması yerine  mevcut iktidar ve siyasi görüşün yanında yer aldığını görmekteyiz.  Özgürlükler evi adlı kuruluşun 195 ülkede yaptığı araştırma sonucunda vardığı sonuç şu; bu 195 ülkenin  83 tanesi tamamen özgür ve özerk.  63 tanesi kısmen özgür ve özerk, 49 tanesinin de ne özgürlüklerinin ne de özerklikleri söz konusu. Türkiye maalesef sonuncu olan bu 49 ülke arasında” dedi.

Halk Üniversitesine Sahip Çıkmalı
Kaynaş, konuşmasının devamında Çanakkale’yi örnek göstererek yaşananlara karşı halkı üniversitelere sahip çıkmaya çağırdı. ÇYDD Başkanı Kaynaş “Hangi güç, hangi siyasi grup Üniversiteye egemen olmaya çalışırsa  halk karşı çıkmalı. Çünkü üniversiteler hiçbir kesimi gözetmeksizin herkesin üniversitesidir. Bunun en güzel örneğini Çanakkale göstermiştir. Çanakkale halkı zulüm yapan,  kumpaslar kuran, kaynakları şuursuzca harcayan, üniversiteyi bir cemaat yuvasına çeviren, hatta Rektör olarak  yerel ve genel yönetimi yönetmeye cesaret eden ama en önemlisi halk ile üniversite arasına nifak sokan bir rektöre karşı protesto yürüyüşü yapmıştır. Üniversitesine sahip çıkmak tüm vatandaşlar için bir haktır. Bu kişinin halen cezaevinde olması da b tepkinin doğruluğunu göstermektedir.  Devlet ve siyasi iktidarların görevi,  Üniversitelerin şeklini ve yönetimini belirlemek olmamalı” dedi.
 
Kaynaş konuşmasının sonunda ise şunları söyledi “Bu koşullar altında Üniversitlerde gerçek yaşam ile iç içe olmayan,  toplumdan dışlanmış, toplumsal olaylara duyarsız, düşünce tembeli öğrenci yetiştirmeye yönelik sanal bir eğitim programı yürütmekteyiz. Sonuç olarak, maalesef öğrencilerine erken yaşta evliliği öneren,  bol bol dua edin, Cuma namazlarını kaçırmayın, sigara içmeyin, içki içmeyin diye öneren ve ‘Camiler genelev olarak kullanıldı’  palavrasıyla halkı aydınlatan aydınları yetiştirmekteyiz. Unutmayın ki en iyi binaları yapsak,  öğrenmede başarı ve öğrenciye el veren, öğrenciyi hamur gibi yoğuran, öğrencileri bilgi deposu yapan öğretmenlerdir.  Üniversiteler tarih boyunca hiçbir dini ve siyasi baskı olmadan, öğrencileri ile  felsefi çalışmaları yaratan ortamlarından esinlenerek günümüze kadar, evrensel ölçekte bağımsız ve tüzel kişiliğe bağlı olarak  gelmiştir” dedi.
 
İsmail Şen – Şerife Erdem